Fuzûlî hem Anadolu hem de Türk
coğrafyasının gelmiş geçmiş en büyük divan şairidir. Irak Türklerinden olan ve Azeri
lehçesiyle yazan şair ayrıca edebiyatımızda gelmiş geçmiş en büyük lirik
şairimizdir.
Doğum ve ölüm tarihleri kesin
olarak bilinmemekle beraber 1480’li yıllarda doğduğu sanılmaktadır. Tezkirelerde
Kerbelâlı ya da Hilleli olarak geçer. Adının Mehmet olduğunu bir eserinin
önsözünde söyler.
Fuzûlî Farsça Divan’ının
önsözünde beğendiği her mahlası başkalarının aldığını görerek kimsenin
beğenmeyeceğini düşündüğü halk arasında; gereksiz, arsız, fodul anlamlarına gelen fuzûlî
kelimesini mahlas alır. Ayrıca fazl kelimesinin çoğulu olarak erdemler anlamına
gelen kelimenin bu anlamını da göz önüne alarak bu mahlası almıştır.
O dönemde şairler devlet
büyüklerinin himayesi altında olurlar. Fuzûlî de Bazı valilerin himaye ve
lütuflarını görmüştür. Bağdat Kanuni tarafından savaşsız fethedilince başta Kanuni
olmak üzere Osmanlı devlet adamlarına kasideler yazmış fakat beklediği ligi ve
maddi desteği görememiştir. Meşhur eseri Şikâyet-nâme’de Osmanlı tarafından
kendisine bağlanan aylığı alamadığından dem vurur ve şöyle der;
‘’Selam virdüm rüşvet degüldür diyü almadılar, hüküm virdüm faidesüzdür
diyü mültefit olmadılar.’’
Fuzûlî gazel şairi olarak bilinir
ancak başarılı kasideleri de vardır. Peygamber
Efendimize yazdığı Su Kasidesi en güzel kasidelerinden ve en güzel naatlardan
biridir. Her beytin sonunda su kelimesi bulunduğu için Su Kasidesi olarak
anılan bu eserde Fuzûlî tıpkı Bağdat çöllerinin Dicle Nehri’ne olan susuzluğu
ve aşkından esinlenerek Peygamber Efendimize olan aşkını anlatmıştır.
Peygamber Efendimiz’i hep güle
benzetirler. İşte Fuzûlî’nin farkı!
Fuzûlî hayat veren suya benzetiyor. İlk beyiti inceleyelim.
‘’Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su’’
Eşk göz yaşı demektir. Od ateş,
bu denlü ise bu kadar çok anlamına gelmektedir. Günümüz Türkçesiyle ifade
edecek olursak; ‘’Ey göz! Gönlümdeki ateşlere göz yaşıyla su saçma. Çünkü bu
kadar çok tutuşan ateşlere su fayda etmez.
Gönlü, içi aşk ateşiyle yanıyor
şairin. Bu ateş o kadar büyümüş ki iş işten geçmiş artık. Ateşin acısıyla
ağlıyor ve gözü, yaşlarla bu ateşi söndürmek istiyor fakat mümkün değil.
Birincisi bu ateş çok büyük minik damlalarla sönmez. İkincisi de gönül ateşine
zaten su kâr etmez çünkü mahiyeti, niteliği farklı. Manevi bir ateş o. Bu denlü
derken aynı zamanda bu şekilde tutuşan yani gönül ateşini kasteder ve su fayda
etmez bu ateşe söndüremez onu.
Gönül divan edebiyatında muma
benzetilir ve içinde can ipi yanar. Dökülen yaşlar bu suyu söndüremediği gibi
aksine arttırır. Nasıl bir yangın az su serpmeyle azalmaz çoğalırsa gönüldeki
ateş de çoğalıyor. Çünkü suyun içinde oksijen vardır ve oksijen sayesinde ateş
yanar.
Üstelik yangın derinlerde olursa kül etmez, eritir. Yanık yaraları da
örneğin su toplar. Yani yangınla su birliktedir.
Su dört unsurdan biridir. Ateş ve
su birbirine zıttır. Burada tezat sanatı vardır. Mübalağa yani abartma sanatı
vardır. Yangın o kadar büyük ki su söndüremiyor. Mecaz sanatı var ayrıca. Od kelimesi
gönül ateşini, kalp acısını kastediyor.
Kasidenin diğer beyitlerini ve
açıklamasını merak edenler Kapı Yayınları’ndan çıkmış olan İskender Pala’nın Su
Kasidesi adlı kitabından ya da Türkiye Diyanet
vakfı Yayınları’ndan yayınlanan Metin Akar’ın Su Kasidesi Şerhi adlı kitabından
yararlanabilirler.